Reklamcılar Partisi
“Hadi bakalım kolay gelsin, bir acayip zor yarış” mısraları 80’lerde doğanların muhtemelen ilk ve en çok aklında kalan seçim şarkısı sözleridir. Çok partili seçimlere geçildiği ya da gerçek seçimlerin yapılmaya başlandığı dönemden bu yana seçim propagandalarının tanıtım materyalleri bir seçim şarkısı, afişler ve mitinglerden ibaretken 2000’li yılların başlaması ile birlikte seçim propagandalarının arka planında reklamcılar denilebilecek bir grup anılmaya başlandı. Hatta şimdilik sadece seçim döneminde bile olsa, partilerin seçime kadar olan performansları ve adayların seçmen gözündeki yetkinliği yavaş yavaş bir kenara bırakılıp bu reklamcıların başarısı-başarısızlığının konuşulacağı günler çok uzak görünmüyor.
Aslında son birkaç yıla kadar reklamcıların seçim kampanyalarına dahli çok görünür değildi. Ancak, artık bunun müdahale ya da dokunuştan öteye geçip baştan sona geçici bir marka stratejisi mantığı ile oluşturan bir reklam stratejisine dönüştüğünü söyleyebiliriz. Kimi partiler son çare kendilerini reklam gurusunun eline bırakıyor, kimileri ise verdikleri brief’e en uygun senaryonun peşinde. Gezi sürecini belli bir siyasi kanada oturtamayan ya da onu daha devasa bir hale getirebilmek için oturtmayanların işine çok karışmadan söylemek gerekirse, bu süreçte bazı ajansların (gayri resmi alanda) ne kadar yoğun çalıştığı artık herkesin malumu. Reklam ajansları, bu kadar göz önünde olacak şekilde siyasi arenaya ilk kez Gezi süreci ile girmiştir demek gerçek dışı olmaz herhalde.
Gerilla reklam stratejilerine ve sosyal medya manipülasyonlarına biraz yabancı kalan muhafazakâr kesime karşı muhalif pazarda başarılı görünen Gezi reklamcıları, eğer Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde de rol aldılarsa Türkiye’nin toplam siyasi pazarında aynı başarıyı gösteremedi diyebiliriz. Tanıtım adı altında manipülasyona tüketici markaları tarafında da maruz kaldığımızı unutmaz ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin başarı payesini reklamcılara verirsek; birbirine çok yakın iki süreçten birinde kapalı kapılar ardında bir araya gelerek iyi bildikleri müşteri kitlesine mesajlarını iyi aktardıklarını ve kalan kitlenin bir kısmını da etkilemeyi başarabildiklerini söylemek mümkünken, diğerinde hüsrana uğradılar. Elbette aday uygun değildi ve Erdoğan karşısında hiçbir rakibin tutunma şansı yoktu ama yine de bu durum sosyal medya üzerinden ve gerilla hamlelerle saldıran bağzı reklamcıların eksi hanesine yazıldı.
Cumhurbaşkanı seçiminin Erdoğan tarafında ise reklamcı müdahalesinin anlamsızlığına dair en güzel örnekler sergileniyordu. Bulunan sembolün bir alkollü içecek markasına ait olduğuna dair kısa süreli yanıltmacanın dışında ön yüzde Erdoğan markasının kendiliğinden oluşan özüne dair bir rötuş görünmüyordu. Parti ana afiş tasarımlarının ve söylemlerinin reklamcıların elinden geçtiği belliydi fakat akılda kalan, parti ya da lider markasını bir yerden alıp farklı bir yere oturtan bir reklam stratejisi ortaya çıkmadı. Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Beşiktaş Belediyesi gibi istisnai iki seçim pazarını saymazsak (ki buralarda içeriğin kendisinden çok sunuş şekilleri üzerinden düzenlemeler söz konusu) yerel seçimlerde de çok farklı bir süreç gelişti denemez. Herhalde reklamcılığa dair en çok akılda kalan, kısa bir süreliğine telif hakları şüphesini ortalıkta dolaştıran AKP seçim şarkısıydı.
Şimdi yaklaşan genel seçimlerde, müthiş bir reklamcı girişiminin dengeleri değiştireceği söyleniyor. Reklam guruları CHP’nin kendi başına bırakılırsa halka kendini doğru (anlatması gerektiği gibi) anlatamayacağına karar vermiş ve ilk dalgası TV reklamlarına kadar boy gösteren bir kampanyayı partiye kabul ettirmiş. Tabi değişecek dengelerin CHP’yi iktidar yapacak kadar sarsıcı olabileceğini söylemek bir zamanlar Cola Turka’nın Coca Cola’yı en azından Türkiye sınırları içinde yerle bir edeceğini söylemekle benzer (aynı değil çünkü biri yerli diğer yabancı bu vakada) anlama gelir. Ancak, CHP’nin puanını artıracak ve AKP’nin puanını düşürecek her adım büyük bir başarının elde edildiği hissini verecektir. Reklamcılar için bu başarı, çok müdahil olmadıkları ve yeni olmaya başladıkları dönemde isabet kaydedemedikleri bir alana hızlı ve güçlü bir penetrasyon imkânı anlamına gelmekle birlite, marka tarafındaki ajansların olmazsa olmaz rolünü yeni bir alana taşımalarını ve siyasetin de ajans stratejileri ile pazarlanabilir, değiştirilebilir bir oyun alanı gibi görülmeye başlanmasına neden olabilir.
Guruları eleştirmek bizlere düşmeyebilir ama ilk bakışta tüm muhalif alanı kapsama çabası ile çok yerinde görünen kampanya, adı ile kampanyası yapılan partinin yıllardır anlayamadığı ve bu nedenle ona uygun cümleleri sarf edemediği genel kitleyi guruların da anlamadığını gösteriyor gibi sanki. “Milletçe alkışlıyoruz” ifadesi ile muhalifleri aynı safta toplamaya çalışmak, her ne kadar tüm muhalefeti aynı çatı altında toplanmaya davet etse de millet lafının içine on yıllardır sokulmayıp sesleri duyulmayan büyük kitlenin AKP üzerinden yaptığı çıkışı anlayamamaktan kaynaklanıyor olsa gerek. Burada guruların akıllı davranıp AKP’den oy devşirmeye çalışmak yerine CHP-gibi-sol partilerin seçmenlerini ve sola yakın HDP seçmenini aynı çatı altında toplamaya çalıştığı belli ancak, HDP’nin aday kadrosu ile oy kaybetmek bir yana muhalif sol kitleden oy çalacağı konuşuluyor. Kalanlar ise CHP’nin oylarında büyük bir değişiklik oluşturmayacaktır. Tabi bunun kampanyanın ilk dalgası olduğunu ve ikinci dalganın asıl sarsıcı etkiyi yapacağını söyleyenler de var. Seçimlerde reklamcı başarısı Amerika ve Avrupa’daki örnekleri kadar abartılabilecek mi bilinmez ama bekleyip göreceğiz. Tabi henüz lansmanı yapılmamış bir AKP kampanyası da var beklenen. Hadi bakalım, kolay gelsin!
19.04.2015